AÇILIŞ KONUŞMASI: Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.Özdemir ÖZOK'un, Bursa Barosunun 100. yılı etkinleri çerçevesinde 15 ve 16 Mart’ta Uludağ'da düzenlenen Baro Başkanları Toplantısı açılış konuşması. (17.03.2008)
Bu Haberi | | Bu Haberi | |
14-16 Mart 2008 Baro Başkanları Toplantısı Bursa
Açılış Konuşması Av.Özdemir ÖZOK Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Değerli Baro Başkanları, Sevgili meslektaşlarım
Bursa Barosu’nun 100.kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Baro Başkanları Toplantısı’na nazik çağrısından dolayı Bursa Barosu’nun değerli başkanı Asude Şenol ve yönetim kurulu üyelerine teşekkürlerimi sunuyor, sizlere hoş geldiniz diyorum.
Çok kısa bir süre önce, 9 Şubat 2008 tarihinde Ankara’da bizim dönemimizin 15.baro başkanları toplantısını yaptık. O toplantıda sizlere güncel konular yanında, yurt ve meslek sorunlarıyla ilgili görüş düşünce ve çalışmalarımız hakkında ayrıntılı bilgiler ve rakamlar sunduk.
Toplantının tutanakları bundan önceki toplantılarımız da olduğu gibi bastırıldı ve bu toplantı öncesi sayın baro başkanlarımızın bilgi ve değerlendirilmesine sunuldu.
Değerli arkadaşlarım, Bizim için önemli olan sağlıklı ve kalıcı birlikteliğimizin sürmesi; her konuda özgür ve korkusuzca konuşulabilmesi bu bağlamda yurt ve meslek sorunlarına olumlu çözümler önerilmesi ve bunların gerçekleşmesi için birlikte çalışma yol ve yöntemlerinin geliştirilmesidir. Elbette ki bütün bunlar ülkemizin siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmişliği yanında ulusal güvenliği ile de çok yakından ilgilidir. Eğer bağımsız, laik demokratik ve özgür bir hukuk devletinde yaşamıyorsak, ne meslek sorunları ne de bizim birlikteliğimizin bir önemi kalır. Bunun için yurt sorunlarıyla da ilgilenmek bu konuda düşüncelerimizi özgürce söylemek ve çözümler önermek zorundayız.
Bu zorunluluğu ve görevi bazı arkadaşlarımız içtenlikle benimsemekte, bazıları da kendi dünya görüş ve düşüncelerine aykırı buldukları için bizi eleştirmektedirler. Her iki gruba da teşekkür ediyorum.
Burada önemli olan kamuoyu önünde gereksiz tanım ve tartışmalarla baroların ve dolayısıyla Barolar Birliği’nin gücünün kaybolmaması ve birlik anlayışının yara almamasıdır. Bizler hukukçu olarak düşüncelerimizi, her yerde ve her koşul altında özgürce söylemeye, tartışmaya alışkınızdır. Söylenenler arasındaki çelişkileri, yanlışlıkları da saptayıp gerçeğe ulaşmak eğitim ve öğretimimizin en önemli bir parçasıdır. Bu nedenle ben bu tartışmaları doğal karşılıyorum; gerçeğe ulaşmak konusunda da umudumu her zaman koruyorum.
Değerli meslektaşlarım, Gündemde olan üç madde hakkında da kısa, kısa bir şeyler söylemek istiyorum. “Birincisi Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı” Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları uygulamasının önem kazanmadığı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bu konuya henüz kuşku ile bakılmaktadır. Bunun temel nedeni avukat olmayanların da arabuluculuk yapabilmesi ve çeşitli hukukların referans alınarak, yargı dışında bir çözüm arayışının giderek avukatlara gereksinimi azaltacağı endişesidir.
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının ve arabuluculuğun yargı sisteminin yerine konulmaya çalışılan bir kurum olmadığı, belirli uyuşmazlıkların çözümünde hukuk sistemini zenginleştiren bir olanak olduğu ortaya konulmalıdır.
Bunun için de, her şeyden önce, yargının işleyişini sağlayan yargıçlar ve avukatların bilgilendirilmeleri gerekir. Arabuluculuk sürecinin, yargılama sürecinden farklı işlediği ve daha esnek olduğuna öncelikle yargı mensuplarının inanması gerekir. Bu yöntemin birçok uyuşmazlığın yargı önüne gitmesini önleyerek yargının daha rahat çalışmasına imkân veren bir kurum olduğunun anlatılması gerekir.
Alternatif çözüm yolları konusunda özel eğitim almış avukatların arabulucu olarak atanmasını sağlayan düzenlemeler yapılmalıdır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları uygulamasında avukatların rolü açıklıkla belirlenmelidir.
Öncelikle, avukatların, tarafların temsilcisi olarak üstlendikleri işlevle, arabulucu olarak üstlendikleri işlev birbirinden ayrılmalıdır. Avukatların arabulucu olarak işlevleri, mahkemelerdeki işlevlerinden farklıdır. Arabulucu olarak görevlendirilen avukat taraflar arasında uzlaşmayı ve barışı sağlayacak gayret içinde olacaktır. Avukatlık Yasası'nın 35/A maddesi bize arabuluculuk konusunda bazı olanaklar sağlamıştır.
Bu düzenleme, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları arasında yer alan "karşılıklı görüşme yöntemi"nin bir örneğidir. Bu maddeye göre avukatlar, tarafların kendi iradeleri ile sonuçlandırabilecekleri konularda karşı tarafı uzlaşmaya davet edebilme yetkisine sahiptir. Avukatların bu daveti en geç ilk duruşmaya kadar yapması ve ayrıca tarafların belirlediği sınırlar içinde hareket etmesi gerekir. Uzlaşma sağlanırsa bu durum avukatlar ve müvekkillerinin birlikte imzaladıkları bir tutanakla saptanır ve bu tutanak İcra İflas Kanunu'nun 38. maddesi kapsamında "ilam" niteliğindedir.
Bu maddenin Avukatlık Yasası'na 2001 değişikliği ile kazandırılmasına karşın uygulanmasında istenilen yaygınlık sağlanamamıştır. Bir de Ceza Muhakemeleri Yasası'nın 253. maddesi (Uzlaşma) söz konusu. Ancak sanırım konumuz hukuk uyuşmazlıkları olduğu için bu konuya değinmekle yetinmekteyim.
Sekiz aylık bir geçmişi olan bu sistem henüz tam anlamı ile uygulamaya geçirilememiştir. Yasa değişikliğinin hazırlanması sırasında, Türkiye Barolar Birliği olarak, avukat olmayan kişilerin uzlaştırıcı olarak atanmasına ve ücreti savcı ya da hakimin takdir etmesine karşı olduğumuzu ısrarla belirtmiş olmamıza rağmen sonuç alamamıştık.
Şimdi gündemde, "Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı" var.
Adalet Bakanlığı tarafından 2004 yılında başlatılan çalışmalar geçen ay sonuçlanmış ve hazırlanan Tasarı ilgililerin tartışmasına sunulmuştur. Barolarımız ve uzmanlarımızla birlikte Türkiye Barolar Birliği de bu tasarı üzerinde çalışmaktadır.
Kanun Tasarısının genel gerekçesinde; “…uyuşmazlıkların dava yolu ile çözümü yerine, tarafların kendi iradeleriyle uzlaşarak uyuşmazlığa son vermeleri, toplumsal barışın korunması açısından tercih sebebi sayılmaktadır.
Alternatif uyuşmazlık çözümü, aslında yargı sistemi ile rekabet içinde olmadığı gibi amaç yargıyı ortadan kaldırmak ta değildir. Devleti ait olan yargı yetisinin mutlak egemenliğine zarar vermeden uyuşmazlıkların daha basit ve kolay çözümü amaçlanmaktadır. Bu nedenle, hazırlanan kanun, sadece tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri işlerden kaynaklanan hukuk uyuşmazlıklarında uygulanacaktır…” denilmekte ve devamla “…uyuşmazlıkların uzlaşarak çözümü hakkında pek çok yöntem uygulanmaktadır. Bu yöntemlerden biriside arabuluculuktur. 2002 yılında Birleşmiş Milletler Ticaret komisyonu tarafından Milletlerarası Ticari Arabuluculuğa ilişkin Model Kanun hazırlanmıştır. Bu düzenleme ile Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından arabuluculuk hakkında hazırlanacak kanunların mümkün olduğu kadar yeknesak olması amaçlanmıştır. 1998 yılından itibaren Avrupa Birliği içinde de uyuşmazlıkların uzlaşarak çözümü konusunda çalışmalar başlamıştır. 15-16 Ekim 1999 tarihinde Tampere’de düzenlenen Avrupa Birliği zirvesinde, üye devletler Avrupa’da adalete daha iyi erişime ilişkin olarak mahkeme dışı alternatif yöntemler oluşturmaya davet edilmiştir. Bu çalışmalar sonunda 2002 yılında hazırlanan “Yeşil Kitap” ile alternatif uyuşmazlık özüm yollarından birisi olan arabuluculuk hakkındaki ilkeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu sayede adalete daha iyi erişim sağlayacak alternatif uyuşmazlık çözümlerinin fark edilmesi, yasama faaliyetlerinin bu yönde gerçekleşmesi ve alternatif uyuşmazlık çözümlerine politik öncelik verilmesi amaçlanmıştır. Adalete erişim, Anayasamızın 36 ncı maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde güvence altına alınan temel bir haktır. Alternatif uyuşmazlık çözümleriyle taraflar uzlaşma sürecine dahil olmakta ve kendi iradeleriyle uzlaşarak haklarına ulaşmaktadır. Alternatif uyuşmazlık çözümü bu yönüyle, devletin yargı yetkisi dışında uyuşmazlıkların çözümü konusunda vatandaşlarına sunduğu bir imkandır. Tarafların kendi aralarındaki uyuşmazlıkları her zaman uzlaşarak ve üçüncü kişilerin aracılığından faydalanarak çözümleyebilecekleri düşünülebilirse de; bu alanda da devletin düzenleme yapması bir gerekliliktir…” denilmiştir. Barolarımız ve uzmanlarımızla birlikte yasa tasarısı üzerinde çalışmalarımızı sürdürmekteyiz, çalışmalarımız tamamlandığında tüm çalışmalarımız da olduğu gibi çalışma sonuçları kitaplaştırılarak bilgilerinize sunulacaktır.
Ancak bu konuda İstanbul Barosu Başkanlığının yaptığı çalışmaları anımsatmak ve kendilerini kutladığımı bildirmek istiyorum. Bu çalışmalar İstanbul Barosu tarafından “Arabuluculuk Yasa Tasarısı-Eleştiri ve Öneriler” adıyla kitaplaştırılmıştır. Bu aşamadaki temel eleştirilerimiz kısaca;
• Arabuculuğun uygulanabileceği, "tarafların kendi iradeleri ile serbestçe tasarruf edebilecekleri işlerden kaynaklanan hukuk uyuşmazlıkları"nın kapsamı açıkça belli edilmelidir. • Arabuluculuk çalışmalarının avukatlar aracılığıyla kurumlaştırılması sağlanmalıdır. Bunun yapılmayıp yeni bir "arabuluculuk mesleği" yaratılması kabul edilemez. • Sadece dört yıllık hukuk lisans eğitimi almış olanlar ve avukatlar arabulucu olabilmelidir. • Arabuluculuğun doğrudan Adalet Bakanlığı'na bağlı bir kurum olarak düzenlemesi sakıncalıdır. Örgütlenmenin ve ücret tarifesi düzenlemesinin Türkiye Barolar Birliği ve barolar bünyesinde yapılması gerekir. • Bugün ülkemizde avukatlık mesleğine girebilmek için bir yıllık staj dışında herhangi bir sınav koşulu bulunmaz iken, dört yıllık hukuk lisans eğitimi sonrası avukatlık ruhsatı almış bir meslektaşımızın arabuluculuk yapabilmesi için arabuluculuk sınavını başarma koşulu getirilmesini uygun bulmuyoruz. Tasarı, "Hukuk fakültesini bitiren herkes avukat olabilir ancak arabulucu olamaz." anlayışındadır. • Uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde arabulucunun düzenleyeceği belgenin "ilam" niteliğinde olması ancak avukat onayından geçmesi ile kabul edilebilir. Avukatlık Yasası'nın 35/A maddesine uygun bir düzenleme yapılmalıdır. • Arabulucunun süreç sonunda varılan anlaşmanın uygulanmasında görev alabilmesi yani fiilen "icra" yetkisi kullanabilmesi sakıncalıdır. Bu yetki, Avukatlık Yasası'nın 35/A maddesinde avukata tanınmayan bir yetkidir. • Kuşkusuz bu konuda en önemli eleştiri hükümet yetkililerinin medyada yaptığı açıklamalardan sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü yapılan açıklamalarda “mahkemesiz adalet” ve “emin ve ehil kişilerden görüş alma” değerlendirmeleri ister istemez Cumhuriyet Laik Hukukunun tehlikeye düşmesi ve çok hukukluluğa zemin hazırlanmasını çağrıştırmaktadır.
Bu toplantıdan daha somut eleştiri ve öneriler geleceğine inanmaktayım. Bunların kamuoyunda, komisyonlarda ve Adalet Bakanlığı nezdinde takipçisi olacağımıza inanmanızı isterim.
Değerli meslektaşlarım, Gündemin ikinci maddesi yargının bitmez tükenmez sorunu. Bu konuda siyasal iktidarlar yanında yönetimlerin de giderilmesi çok zor hazımsızlığı ve yargıya karşı tavrını yaşıyoruz. Elimizde pek çok örnek var. Tüm bu hukuk ve yasa tanımız tutum ve davranışları birlikte yaşıyoruz da. Bu toplantıda ayrıntılı örnekler sergileneceğine de inanıyorum. Bu konudaki önerileri dikkatle dinleyip, gereğini yapmaya çalışacağız.
Yargı kararlarına uyma, hukuk devleti ilkesine bağlılığın ve hukukun üstünlüğünü içselleştirmenin en açık kanıtıdır.
Uyulmayan ve içselleştirilemeyen yargı kararları arasına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da girdi. Siyasi iktidar sözcüleri meşrebine uygun görmediği kararları uluorta eleştirmektedir.
Bu bağlamda önemli bir konuda yargının karar vermeden önce din adamlarına sorma gerekliliğinin ortaya atılmış olmasıdır. Yani Osmanlı’da olduğu gibi, yargı kadılar gibi “ifta” kurumuna başvurmak zorunda bırakılmak istenmektedir. Bugün türban ve din dersleri. Yarın kürtaj, organ nakli, içki gibi. Öbür gün yaşamdaki bütün ihtilaflı konular gibi.
Bunun laik hukuk devletinde ne anlama geldiğini hukukçulara anlatmaya gerek yok. Bir yanda insan aklının ve iradesinin ürünü olan yasa kuralları, diğer yanda tartışılması mümkün olmayan ve mutlak uyulması gerekli olan din kuralları. Bu ikisinin uyumunun aranması iradesi bizi tekrar nerelere götürür. Taktiri siz değerli başkanlarıma bırakıyorum.
Abartıyorsunuz diyenlere sadece Başbakan ile Diyanet İşleri Başkanının bu konuda açığa çıkan düşüncelerinin kaynağını irdelemelerini tavsiye edeceğim. Oysa; Anayasamızın 138.maddesinde “ …Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez…” denilmektedir. Yine anayasamızın 11.maddesinde “…Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır…
Kanunlar anayasaya aykırı olamaz…” denilmektedir. Bu iki anayasa maddesi yargı kararlarının bağlayıcılığı yanında Türkiye Cumhuriyetinin bir “Hukuk Devleti” olduğunu da açık ifade etmektedir.
Bilindiği gibi hukuk devletinde “ hiç kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” kullanır ya da buna özenirse anayasa suçu işlemiş olur. Bu nedenle mahkeme kararlarının uygulanması “Hukuk devleti olmanın gereği yanında, anayasal bir zorunluluktur” Bu konuda Danıştay İdari dava Daireleri Genel Kurulunun ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun kararları vardır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de birçok kararında mahkeme kararlarının yerine getirilmemesini AİHS’nin 6.maddesindeki ‘Adil Yargılanma Hakkı’ kapsamında değerlendirip ihlal kararı vermektedir.
Ayrıca bilindiği gibi mahkeme kararlarını uygulamayan yöneticilerin cezai ve hukuki sorumlulukları vardır. Bursa barosu yönetimi toplantı gündeminin üçüncü maddesini “mesleğin diğer sorunları”nın tartışılmasına ayırmıştır. Ben bu bölümde sadece siz değerleri başkanlarımızın görüş ve düşüncelerini almak için sizleri dinlemeyi uygun görmekteyim. Sadece böylesi önemli bir platform ve toplantıda meslek sorunları yanında zaman zaman yurt sorunlarına olan duyarlılığımızla ilgili birkaç söz söylemek istiyorum.
Değerli Başkanlarım; Ülkemizde, Diyanete ayrılan bütçe 8 bakanlık bütçesine eşit ve üniversitelere ayrılan bütçenin 20 katı ise, 67 bin okul, 85 bin cami, 77 bin doktor, 90 bin din görevlisi var ise, kadın özgürlük adına giderek çağdaş yaşamdan uzaklaştırılıyor ise, 15-29 yaş grubu genç kızların % 60’ı, 25-29 yaş grubundakilerin % 66’sı ne okuyabiliyor ne de çalışabiliyor ise, ülke kadınlarının sorunları arasında türbanın % 1’ler de olmasına karşın anayasa değişiklikleri yapılabiliyor ise, ülke ekonomik performansı 55 ülke arasında 53.sırada ise, ülke sigorta şirketlerinin % 80’i Menkul Değerler Borsasının % 75’i, bankaların % 40’dan fazlası yabancıların eline geçmiş ise, her yıl ortalama 700 bin ile 1 milyon kişiye iş yaratmak gerekiyor ve bunun maliyeti de yine ortalama olarak 175 ila 200 milyar dolar civarında ise, her beş kişiden biri işsiz ve bu sayı sürekli artıyor ise, tüm bu olumsuzluklara karşın bizi yönetenler daha çok üreyin, daha çok çoğalın diyor ise, ülke bütünlüğü başta olmak üzere tüm değerlerimiz yakın tehlikelerle karşı karşıya ise, huzur barış kardeşlik ve istikrar için yeni politikalar ve muhalefet geliştirilemiyor ise, büyük halk yığınları umutsuz ve kaygılı ise, temelleri yürekli, aydın ve yurtsever insanların kenti Sivas’ta atılan Laik Cumhuriyetimiz tehdit altında ise, tüm bu sorunların çözümü ve reçetesi ulusal güçler ve kurumlar yerine IMF, AB ve ABD’de aranıyor ise, öncelikle Sivas barosu başkanı başta olmak üzere bir kısım baro başkanımız hiç kurusa bakmasın TBB olarak ülke hukuku, ülke yargısı gibi meslek sorunları başta olmak üzere, yukarda kısmen değindiğim yurt ve ülke sorunlarımıza karşı duyarlılığımızı sürdüreceğiz ve gerekli duruşları sergileyeceğiz.
Bu vesile ile Cumhuriyetimizin güvencelerinden, öncü ve lider barolarımızdan Bursa barosunun nice yüz yıllara kavuşması dileğiyle sizlere iyi çalışmalar diler, saygı ve sevgilerimi sunarım.
Av.Özdemir ÖZOK Türkiye Barolar Birliği Başkanı
|