BURSA BAROSU

BASIN AÇIKLAMASI - 26 ARALIK 2017 (26.12.2017)


Bu Haberi

Bu Haberi

Tweetle



BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği üzere 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında TBMM tarafından olağanüstü hal ilan edilmiştir. Anayasamızda kuvvetler ayrılığı prensibi ve katılımcı demokrasinin gereğine uygun olarak yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiştir. OHAL koşullarında ise durumun gerektirdiği hukuki düzenlemelerin yapılması ve acil karar alma gerekliliği göz önüne alınarak yürütmenin KHK yayınlama yetkisi düzenlenmiştir. OHAL sonrasında çıkarılan KHK’lar darbe girişimine ilişkin tüm gerçekleri ortaya çıkarmak, darbe girişiminde bulunan ve devletin bütün mekanizmalarına sızmış bulunan hain FETÖ terör örgütünün yapılanmasını, üyelerini, eylemlerini, planlarını deşifre ederek arkasındaki karanlık güçlerle hesaplaşmak için ve sadece bununla sınırlı olmak üzere çıkarılması gerekirken aksi bir tutumla devlet ve toplum düzeni ile bireysel hak ve özgürlükleri ilgilendiren alanlarda çok sayıda düzenleme içermiştir. Zamanla darbe girişimi ve FETÖ terör örgütüne ilişkin tüm gerçekleri ortaya çıkarmak yerine, muhalifleri sindirmek, hak ve özgürlükleri kısıtlamak için kullanılır olmuştur.

Gerek 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu, gerek 667 sayılı KHK ile başlayıp en son olarak 24/12/2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı KHK olmak üzere bugüne değin çıkarılan 30 adet KHK’da yer alan temel hak ve hürriyetleri ilgilendiren düzenlemelerin, Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde temel hak ve hürriyetlere ilişkin yazılı olan güvenceleri askıya aldığı ortadadır. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi bu askıya almaya şu hükmüyle izin vermektedir: “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlikenin ortaya çıkması halinde sözkonusu tedbirlerin uygulanmasına ilişkin önlemin sınırlamalarını da içeren 15. maddesinde de “Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir’  düzenlemesi bulunmaktadır.

Dolayısıyla daha önce kamuoyu ile paylaştığımız üzere OHAL süresince yayınlanan, Anayasada OHAL Kanun Hükmünde Kararnamelerine ilişkin olarak belirlenen sınırlara uygun ve yine bu süreçle sınırlı olarak çıkarılması gereken ve üzerinde “Olağanüstü hal kapsamında çıkarıldığına dair başlık bulunan” KHK’lerin kalıcı hale gelmesi yanında, OHAL süreci ile ilgisi olmayan ve yasal düzenlemeye ihtiyaç duyan birçok konunun torba KHK’ler ile düzenlenmesi ve yine hukuka aykırı yapılan bir çok düzenleme nedeniyle kişi ve kurumlarda ağır, telafisi güç zararlara ve hak ihlallerine yol açmıştır. Son çıkarılan 696 sayılı KHK Anayasaya, Hukuk devleti ve Anayasal devlet ilkelerine açıkça aykırıdır. Bu KHK ile ülkemizde Anayasal güvence, hukuk ve iş güvenliği ortadan kaldırılmış, yasama dokunulmazlığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı büyük yara almış, masumiyet ilkesi, adil yargılanma hakkı, lekelenmeme hakkı ve savunma hakkı ihlal edilmiş ve savunma mesleğinin icrasını adeta imkansız hale getirecek ölçüde kısıtlayan düzenlemeler yapılmıştır.

Terörle mücadele için ilan edilen olağanüstü halin ilanına neden olan olayların kapsamı dışında KHK çıkarılması Anayasa’ya aykırılığı tartışmasız olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi’nin, OHAL kapsamında çıkarılan KHK’leri, içeriği ne olursa olsun inceleyip denetleyemeyeceğine ilişkin hatalı karar vermesi ve bunda ısrar etmesi en temel hukuksal problemimizdir. Anayasa Mahkemesi verdiği bu hatalı karar ile yürütmenin KHK çıkarırken yetki aşımı ve olası hatalarının önüne geçilmesini sağlayacak denetim yolunu kapatmıştır. Bu durum dahi yürütmenin çıkardığı OHAL KHK'lerinin hukuksal meşruiyetinin tartışılması sonucunu doğurmuş ve yürütme organı yara almıştır.

1-SAVUNMA HAKKINA GETİRİLEN KISITLAMALAR - 696 sayılı KHK ile CMK’da yapılan değişiklikler;

KHK’nın 93. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 104. maddesi “ret kararına” ibaresi “kararlara” şeklinde değiştirilerek şüphelinin/sanığın tahliyeye ilişkin istemlerinin ret ya da kabulüne ilişkin kararlara karşı itiraz edilebileceği düzenlenmiştir. Bu değişiklikle şüpheli/sanığın tahliye isteminin kabulü halinde iddia makamına da itiraz yolu açılmıştır. Oysa, tutuklu olan şüphelinin/sanığın tahliyesine ilişkin istemin sulh ceza hakimliği/davaya bakan mahkeme tarafından reddi halinde şüphelinin/sanığın itiraz yolu açık olmasına rağmen, kabul kararlarına karşı iddia makamının itiraz yoluna gidebilmesi mümkün değildi.

KHK’nın 94. maddesi ile CMK’nın 129. maddesi “gönderilerin bulunduğu zarf veya paketlerin Cumhuriyet Savcısının talimatıyla kolluk tarafından açılabileceği” şeklinde düzenlenmiştir. Bu değişiklikle el konulan belgeleri inceleme yetkisi kural olarak hakime, istisnai olarak da Cumhuriyet savcısına ait iken getirilen düzenleme ile kolluk da, KHK’da sayılan suçlar bakımından, el konulan belgeleri inceleme yetkisine sahip olacaktır. Bu düzenleme ile kişinin özel hayatının gizliliği, savunma hakkı, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere pek çok temel hak ve özgürlüğüne aykırılık içerdiği açıktır.

KHK’nın 96. maddesi ile CMK’nın 188. maddesi “mazeretsiz olarak gelmesi” ibaresinden sonra “duruşmaya gelmemesi veya” ibaresi eklenmek suretiyle düzenlenmiştir. CMK 188. maddesi uyarınca; çocukların, kendisini savunamayacak derecede malul olanların yargılanmasında ve yargılama konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafilik kabul edilmesine ve müdafii olmadan duruşma yapılamamasına rağmen önce 676 sayılı KHK ile zorunlu müdafinin “mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi halinde” şimdi de 696 sayılı KHK ile getirilen düzenleme uyarınca; “zorunlu müdafinin duruşmaya hiç gelmemiş olması halinde” yargılamaya devam edileceği ifade edilmiştir. Bu hüküm ile zorunlu müdafi olmadan duruşma yapılamayacağına ilişkin hükmün tümü işlevsiz kalmış, savunma hakkı kısıtlanmış ve yine kanun koyucunun maddenin gerekçesinde yer verdiği Anayasa ve AİHS’de vücut bulan “adil yargılanma hakkı” ihlal edilmiştir.

KHK’nın 97. ve 99. maddeleri ile CMK’nın 209 ve 282. maddelerinde yapılan benzer düzenleme sonrasında; gerek ilk derece mahkemesinde gerekse duruşma açılması halinde istinafta delillerin sanığın yüzüne “okunması” değil “anlatılması” esası benimsenmiştir. Böylece deliller tümü ile okunmadan, yani duruşmada sözlülük ve yüze karşılık ilkeleri sağlanmaksızın sadece delillerin “anlatılması” ile yetinilmesi yolu açılmıştır. Ceza yargılamasının temel ilkeleri uyarınca açık, sözlü ve yüze karşı yapılan duruşmada ortaya konulmayan ve tartışılmayan deliller hükme esas alınamaz. Bu ilkeler uyarınca, yargılamaya konu edilen tüm deliller duruşmada okunur veya ortaya konulur. Daha sonra tarafların delil üzerinde tartışması sağlanır. Bu ilke ve düzenlemeler, adil yargılanma, silahların eşitliği ve savunma hakkının teminatlarıdır.

KHK’nın 98. maddesi ile CMK’nın 280. maddesinin 1. fıkrasının d bendinde yapılan düzenleme ile “maddede” ibaresi “maddenin birinci fıkrasının g ve h bentleri hariç diğer bentlerinde” şeklinde değiştirilmiştir. Bu düzenleme uyarınca; ilk derece mahkemesinin kararı hukuka uygun ve yeterli gerekçeyi içermese veya savunma hakkı kısıtlanarak yapılan yargılamaya dayalı olarak hüküm verilmiş olsa bile istinaf mahkemesi bu hükmü bozamayacak, söz konusu hukuka aykırılığı kendisi gidermeye çalışacaktır. İstinaf mahkemesinin yapacağı yargılama faaliyeti, yargılamanın asıl yapıldığı yer olan ilk derece mahkemesindeki yargılamayı tümü ile önemsiz ve etkisiz hale getirecektir. Böylesi bir yargılamanın yani savunma hakkı kısıtlanarak yapılmış ilk derece yargılamasına dayalı olarak yapılan yargılamanın adil yargılanma olmayacağı açıktır.

KHK’nın 100. maddesi ile CMK’nın 299. maddesinde yapılan değişiklik ile temyiz aşamasında duruşma açılmasına ilişkin zorunluluk hali temyiz incelemesini yapacak Yargıtay dairesinin duruşma açılmasını uygun görmesine yani takdirine bırakılmıştır. Bu düzenleme temyiz aşamasında bazı delillerin duruşmalı olarak yeniden ele alınmasına, temyiz davasını açanın deliller bakımından açıklama yapmasına ilişkin yetkisinin kısıtlanması anlamına gelmektedir.

2- TEK TİP KIYAFET ZORUNLULUĞU - 696 sayılı KHK ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunda yapılan değişiklikler;

KHK’nın 103. maddesindeki düzenleme ile 5275 sayılı kanuna madde eklenmiştir. Bu ek maddeye göre 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü erkekler duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları halinde TCK 309 ve 312. maddelerde düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların badem kurusu, bu maddede belirtilen diğer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların ise gri renkli tulum şeklinde tek tip kıyafet giymeleri düzenlenmiştir. Dünyadaki uygulamalarda gerekçe olarak, mahkumların eşit koşullarda olması ve firar gibi durumlarda fark edilmeleri gösterilirken, ülkemizde bu kişilerin kravatlı, çok havalı şekilde duruşmalara girmelerinin engellenmesi gösterilmiştir.

Tek tip elbise dayatması masumiyet karinesine, adil yargılanma ve savunma hakkına ve kadın erkek eşitliğine aykırı olup, suçluların iadesi, AİHM ve diğer hususlara istinaden ülkemizi zor durumda bırakacak, yapılan yargılamalar aleyhine olumsuz algı operasyonlarına neden olacaktır. Şöyle ki; Ülkemizde 1980 darbesi sonrası 1 Ocak 1984’te uygulamaya konulmak istenilen ancak toplumun hiçbir kesiminden destek görmeyen ve siyasi mahkum ve tutukluların direnişleri sonucunda hayata geçirilemeyen tek tip elbise uygulaması, dünyada başta ABD'de 11 Eylül 2001'deki terör saldırılarının ertesinde ABD'nin Afganistan'ı işgalinin ardından kurulan Küba yanında ABD’nin hakimiyetindeki Guantanamo cezaevi örneğinde ve yine ABD’de kimi eyaletlerde uygulanmıştır. Ancak çoğu ülkede bu tarz düzenlemeler, mahkumların ıslahına yardımcı olmadığı ya da insan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle yıllar önce bırakılmıştır. Uluslararası sözleşmelere aykırı olan uygulama, ceza yargılamasının kişiyi topluma kazandırma ve ıslah amacına da aykırıdır. Tek tip elbise uygulaması kişiyi topluma kazandırmaya hiçbir katkıda bulunmadığı gibi, bu uygulama, tutukluların insanlığa özgü haysiyetine ve değerine saygı gösterme yükümlülüğünün ihlali anlamında cezanın ötesinde, ‘görünmeyen bir ceza’ niteliğindedir.

Geçmişte 12 Eylül darbesinden sonra cezaevlerinde yaşanan acı deneyimlerden de görüleceği üzere tek tip giysi uygulaması toplumsal barışı da zedeleyecek bir uygulamadır. Öte yandan henüz yargılaması süren tutuklu sanıkların duruşmada haklarında mahkumiyet hükmü kesinleşmişçesine suçlu gibi muamele görmesine sebep olacak ve onları ağır bir travmaya sokacaktır. Kaldı ki henüz yargılamaları devam eden ve haklarında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmayan tutuklulara tek tip kıyafet uygulaması masumiyet karinesine de aykırılık teşkil edecek, lekelenmeme hakkının çiğnenmesi yanında Hukuk Devleti ilkesini de zedeleyecektir.

KHK’nın 101. maddesindeki düzenleme ile 5275 sayılı kanunun 43. maddesine g bendi olarak “ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemek veya verilen kıyafetlere kasten zarar vermek” eklenmiştir.

Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu olanların duruşmalara çıkmayı kabul etmemeleri halinde, tutuklu sanıklı davalarda duruşmaların sanıksız görülme ve ceza yargılamasındaki yüz yüzelik ilkesinin ihlal edileceği ve yine tek tip elbise uygulamasına riayetsizliğin tutuklu ve hükümlüler yönünden 101. madde değişikliği ile disiplin cezası kabul edilerek ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmaları insan haklarına ve vicdana sığmayacaktır. Bu değişiklik ile getirilen uygulama da masumiyet karinesi ve adil yargılanma ilkesinin ihlaline neden olacaktır.

3- PARAMİLİTER ÖRGÜTLENME VE CEZASIZLIK DÜZENLEMESİ - 696 sayılı KHK ile 6775 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler;

KHK’nın 121. maddesindeki söz konusu düzenleme ile 6775 sayılı kanunun 37. maddesine 2. fıkra olarak aynen "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır" hükmü eklenmiştir. Düzenleme net bir şekilde aslında TBMM üye tamsayının 3/5 çoğunluğu ile kabul edilebilen özel af niteliğinde olup bu fıkrada tanımlanan kişiler hakkında hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk doğmayacağı, özetle bu kapsama giren suçlar ve failleri hakkında kamu davası açılamayacağı, açılmış ise düşeceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme ülkede büyük kaos, iç karışıklık, saldırı, etnik, dinsel veya mezhepsel her türlü çatışmaya yol açacak niteliktedir. Bu düzenleme bu tür fiillerden mağdur olduğunu iddia edenlerin yargıya başvurusunun önüne set çekerek adil yargılanma hakkını ihlal edeceği gibi işkence ve benzeri muameleye tabi olmama hakkı ve elbette en temel hak olan yaşama hakkı gibi anayasal temel hakları korumasız bırakmıştır.

KHK’nın 121. maddesi ile terör eylemlerini önlemek maksadı ile hareket edenlere af niteliğinde yargı muafiyeti getirilmiştir. Ancak terör eyleminin ne olduğu bugün yargı mercilerince dahi tarafsız olarak değerlendirilememektedir. Geçtiğimiz süreçte uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan barışçıl eyleme katılma hakkı, hiçbir şiddet unsuru barındırmayan birçok eylemde sırf muhalif talepler dile getirildiği için terörize edilmiş, bu eylemlerin terör yönü ispat edilemediği halde hala binlerce eylemci yargılanmaktadır. 21.07.2017 tarihinde bizzat İçişleri Bakanlığı'nca hazırlanan bir kitapçıkta terör örgütleri ile iltisaklı olduğu vurgulanan Semih Özakça 05.12.2017 tarihinde üzerine atılı terör örgütüne üye olma suçundan beraat etmiş,  yargının yetki ve görev alanına yönelen müdahalelerin ne denli tehlikeli sonuçlarının olabileceği görülmüştür. Şimdi Bakanlığın giriştiği bu haksız müdahalenin herhangi bir sivil tarafından yapılması durumuna da ve üstelik bu müdahalenin yaşam hakkına yönelmesi dahi mümkünken cezasızlık hali getirilmiştir. Barışçıl eylemlerde bir anlık yanlış yönlendirme ile yapılacak katliamların tüm sorumluluğu bundan böyle bu düzenlemeyi yapanların üzerindedir.

AKP sözcüsü Mahir Ünal yaptığı açıklamada anılan değişikliğin yalnızca 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler kapsamına sokulacak girişimleri kapsayacağını belirtmiştir. Bu düzenlemenin yapılması mı yoksa bu açıklamanın yapılması mı daha talihsiz bilememekteyiz. Esasında OHAL rejiminin ve bu kapsamda yayınlanan tüm KHK'ların derhal kaldırılması, bu süreçteki hukuksuz eylem ve işlemlerin yok sayılması gerekirken, hükümet sözcülerinin bu hükmün uygulama alanını söz ile işaret etmeleri sonucunca ülkemizde yönetim şeklinin yalnızca fiili olarak değil hukuki olarak da değiştirilmeye çalışıldığını idrak etmiş bulunuyoruz. Ancak bu değişiklik biz hukukçulara "rağmen" yapılamaz!

Bugün kamuoyunu yatıştırmak ve düzenlemeye meşruiyet kazandırmak amacıyla 15 Temmuz olgusuna sığınılması genel anlamda OHAL döneminin ruhunu anlatmaktadır. Darbecilerin cezalandırılması ve güvenliğin sağlanması tüm halkın sempatisini desteğini kazanacak görünüşte hedef olarak gösterilirken aslında yalnızca Anayasal haklarını kullandıkları için yargılanan binlerce muhalif susturulmaya çalışılmakta, taleplerini dile getirmek üzere toplandıklarında öldürülmelerinin dahi cezalandırılmayacağının bilinci ile hareket etmeye zorlanmaktadır. Oysa suç teşkil edebilecek bir eyleminden ötürü bir kimsenin asla hukuken sorumlu tutulamayacağına dair genel af mahiyetindeki "cezasızlık" düzenlemeleri Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki 2.maddesinde yer alan "hukuk devleti" ilkesine Anayasaya, her türlü insani ya da ahlaki değerlere aykırıdır.

Sevgili basın emekçileri, değerli meslektaşlarım;

İçinde bulunduğumuz günlerde artık ne hukuk devletinin işlerliğinden ne de hukukun üstünlüğünden bahsedebiliyoruz. Ülkemizde ne yazık ki demokratik işleyiş terk edilmiş, hukuk ve demokrasi ciddi hasar görmüş ve milletin iradesinin temsil edildiği TBMM işlevsiz hale getirilmiş, TBMM binasının kapısına adeta OHAL nedeniyle kapalıyız tabelası asılmıştır.

Bursa Barosu ve bütün barolar ile çatı örgütümüz olan TBB kuruldukları günden bu tarafa Hukukun Üstünlüğü, demokrasi, temel insan hak ve özgürlüklerini savunmayı görev edinmiştir. Yine büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine ve kuruluş felsefesine sahip çıkmıştır. Bugün her zamankinden daha çok milletçe birlik olmaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, tüm kurum ve kurallarıyla hukukun esas alındığı, hukuka saygının hakim olduğu, yargının tarafsız ve bağımsız olduğu, yasaların asıl yeri olan TBMM’nde yapıldığı bir yönetim biçimine ihtiyacımız var. Bu sebeple; Sayın Cumhurbaşkanı’nı ve Bakanlar Kurulu’nu 696 Sayılı KHK’yı geri çekmeye ve OHAL’i kaldırmaya davet ediyoruz.

OHAL KHK’leri ile yaratılan olağanüstü duruma, avukatın mesleğinin icrası nedeniyle karşılaştığı engelleme ve kısıtlamalara karşı durmak, hukuku, hukukun evrensel ilkelerini ve hukukun üstünlüğünü savunmak, avukatların ve örgütlü güçleri olan Baroların, özelde de Bursa Barosu'nun görevidir.

Bu nedenle tüm kamuoyunu hukuksuzluğa karşı durmaya, birlik olmaya ve duyarlılığı arttırmaya çağırıyoruz.

Bursa Barosu Başkanlığı



 

 
 

BURSA BAROSU BAŞKANLIĞI - İLETİŞİM BİLGİLERİ - 444 50 99
Adres: Kıbrıs Şehitleri Caddesi Adalet Sarayı G-Blok Kat:1 Osmangazi / BURSA
Telefon (0224) 251 66 06
Faks (0224) 251 62 49
E-Posta baro@bursabarosu.org.tr
CMK Servisi - Telefon (0 224) 272 50 44 – 272 50 67
Adli Yardım Servisi - Telefon (0 224) 223 28 23