BURSA BAROSU

YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan'ın konuşmacı olarak katıldığı Yargı Bağımsızlığı konulu konferans 30 Temmuz 2010 Cuma Günü Atatürk Kongre ve Kültür Merkezinde gerçekleşti. (30.07.2010)


Bu Haberi

Bu Haberi

Tweetle


Bu Haberi

Bursa Barosu, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandum öncesinde YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan’ın katılımıyla “Yargı Bağımsızlığı” konulu bir konferans düzenledi.

Anayasa'da yapılan değişikliklerin yargı bağımsızlığına etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla halkın katılımına açık olarak düzenlenen konferans 30 Temmuz 2010 Cuma günü 15:00 – 17:00 saatleri arasında Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Orhangazi Salonunda gerçekleştirildi.

 

 

Biliyorsunuz YARSAV Avrupa’da geçmişi 1907’ye dayanan yargı örgütlenmelerinin Türkiye’de ancak 2006’da kurulabilmiş ilk örneği, tüzüğündeki ilkeleri çok açık ve net. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine, yargı bağımsızlığına, erkler ayrılığına, erklerin eşitliğine, hukukun üstünlüğüne inanır; bunların gerçekleşmesinde ve mesleki sorunların çözümünde bir odak olmayı amaç edinmiştir. Yüksek bir ideali vardır. Varlık mücadelesi de o oranda zorlu olmuştur.

Biz YARSAV olarak yargıda değişim istiyoruz. Yargı reformuna ilişkin önerilerimizi her platformda dile getirdik. Yargıda sorunlar çok ağır, dinamik, çağdaş ve bağımsız bir yargı için değişim istedik. Bunun için yasal ve anayasal değişiklikler gerekiyor biliyoruz.


• Anayasal anlamda, öncelikle, yüksek kurul, en azından hakimler ve savcılar için ayrı ayrı daireler şeklinde oluşturulmalı,
• Yargıçların idari yönden Adalet Bakanlığına bağlı olmaları yolundaki 140/6. madde hükmü değiştirilmeli,
• Kuruldan Adalet Bakanı ile Müsteşar çıkarılmalı,
• Birinci sınıf yargıç ve savcıların Bakana bağlılıkları olmadan, güvenceleri sağlanarak ve demokratik seçim yoluyla kurula üye seçilmelerine olanak verilmeli,
• Kurula seçilen tüm üyelerin aynı derecede yasal güvenceye sahip olmaları sağlanmalı,
• Kurulun tüm kararlarına karşı yargı yolu açılmalı,
• Kendi bütçesi ve sekretaryası olmalı, tasarruflarının her aşamasında şeffaf ve bilgilendirici olması sağlanmalı,
• Yargıçların adaylığa ve mesleğe kabulleri, tayinleri, terfi ve disiplin işlemlerinde tek yetkili organ kurul olmalı, teftiş kurula bağlanmalı, Adalet Akademisi özerk kılınmalı,
• Türkiye Barolar Birliği Anayasanın yargı bölümüne alınmalıdır

...

Konuşma metninin tamamı görmek için tıklayın.

YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan
Bursa Barosu Dergisi için sorulan soruları da şöyle yanıtladı:

Emine Ülker Tarhan kimdir?

1963  Tarsus doğumlu, evli ve iki çocuk annesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. İslahiye ve Sandıklı'da hakimlik yapan Tarhan, 2001'den bu yana Yargıtay'da görev yapıyor.  Eşi de Yargıtay üyesi olan Emine Ülker Tarhan, halen Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nde Tetkik Hakimi olarak görevini sürdürüyor.  “Hakaret ve Tehdit Suçları' adında bir de kitabı bulunuyor. YARSAV’ın bir önceki yönetiminde genel sekreter  olarak görev alan Emine Ülker Tarhan, 15 Kasım 2009 tarihinden beri YARSAV Başkanlığı’nda bulunuyor.

 

 

“Kimsenin yargıcı olmak
gibi bir niyetimiz yok”

“Nasıl ki 12 Eylül darbecilerini geçici 15. madde koruma altına alıyordu, bugün de bir nevi sivil darbe olan bu değişikliği yapan insanları, yargıdaki yeni yapılanma koruma altına alıyor. Son derece sakınca ve büyük tehlike içeriyor.”

“Vicdan ve kara kitaptan başka bağlı olduğumuz hiçbir kavram yok. Bu vatan dışında borçlu olduğumuz hiçbir mekanizma da yok. Ne bugünkü siyasal iktidarın yargıcı olmaya niyetimiz var, ne bundan sonra gelme ihtimali olan herhangi bir partinin…”


-Türkiye’de yargı ne kadar bağımsız?
-Türkiye’de yargı bağımsız değil zaten. Esas problemlerimizden birisi o. YARSAV’ın kuruluş nedeni de o. Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin gerçek anlamda sağlanması için, sorunların çözümünde odak olmak fikrinden doğdu YARSAV… O nedenle kuruldu YARSAV… Yargının gerçek anlamıyla bağımsız olduğuna inansaydık zaten tüzüğümüzde farklı maddeler yer alırdı.

Gerçekten Türkiye’de yargı bağımsız değil. Yarı bağımlı bir yargı var şu anda.

12 Eylül askeri darbesiyle gelen bir anayasa her kuruma müdahale etmiştir ama en antidemokratik yapılanmayı yargıda yaratmıştır. Yargı tamamen yürütmenin denetimi altına girmiştir ve yarı bağımlı kılınmıştır. Fakat bugün geldiğimiz noktada, anayasa değişikliği sürecinde bu yarı bağımlı yapı bir partiye tam bağımlı hale getirilmeye çalışılıyor. Bizim itirazımız bu noktadadır.

Tabii Türkiye’de yargının pek çok sorunları var. Şu anki süreci Türk yargısı için çok ciddi bir badire olarak görüyoruz. Atlatılacağına olan inancımız tam… Ancak bu badire atlatıldıktan sonra Türkiye’nin artık şapkasını önüne koyması ve yarı bağımlı yapıyı değiştirmek için ve daha dinamik, daha çağdaş bir yargı yapılanmasını sağlamak için elinden geleni yapması gerekir. Tabii bir uzlaşmayla yapılması gerekir bunun…


-Son yapılan ve 12 Eylül’de halkın oyuna sunulacak olan anayasa değişikliğinin ana fikri yargıyı tamamen siyasi iktidarın şemsiyesi altına sokmak mıdır, yoksa iktidar temsilcilerinin söylediği gibi 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşma mıdır?

-Ana fikri şu… Bu taslak ortaya konulduğunda 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşma gibi bir fikir yoktu ki! Geçici 15. maddenin kaldırılması hazırlık sürecinde yoktu. Ondan sonra düşünüldü taşınıldı ve bir makyaj maddesi olarak konuldu. Çünkü topluma 12 Eylül ile hesaplaşma kisvesi altında bu işlerin yapıldığı izlenimi verilmesi, daha doğrusu onun arkasına sığınılması gerekiyordu, o nedenle geçici 15. madde konuldu.

Kaldı ki, geçici 15. madde hukuksal sonuç yaratacak bir madde değildir. Bütün yetkin hukukçular bunu bilirler ki, bir sorumsuzluk maddesinden ötürü geçmişe dönük yargılama mümkün değildir. Yargılama yapılabilmesi için geçici 15. maddenin çıkartılmasıyla yetinilmeyip, yargılamayı zorunlu kılan bir maddenin eklenmesi gerekiyordu ki bu yapılmadı. Sadece geçici 15. madde çıkartılmakla yetiniliyor. Hiçbir ceza yargıcı bu dava önüne geldiğinde darbecilerin yargılanabileceğine karar veremeyecektir. Bu mümkün değildir. O zaman da denilecektir ki, ‘İşte biz yaptık, ama yargı gene yargılamıyor’ diye gene yargı hedef gösterilecek ve bir sonraki anayasa değişikliğinin de altyapısı bu şekilde oluşturulacaktır.

Kesinlikle yapılan yargı üzerinden aslında demokrasiye müdahaledir. Yargının tam bağımlı hale getirilmesi sadece yargıya zarar verecek değildir. Topluma, demokrasiye zarar verir.

Bizim anlatmak istediğimiz, YARSAV olarak bir çok şehri gezip halkı bilgilendirme toplantıları yapmamızın temel nedeni budur.

Yargı bağımsızlığını istemek, yargıçlar için ayrıcalık istemek değil ki! Yargı bağımsızlığı bu toplumun güvencesi…

Sadece iktidarın alkışladığı kararları veren bir yargıcın bağımsız, tarafsız olduğunu düşünebilir misiniz? Sizde o izlenimi bırakır mı? Sokaktaki insanda o izlenimi bırakır mı?

Yargı tam bağımsız olmalı. Dış etkilere karşı, duvarlarla örülü olmalı ki, sağlıklı karar verebilsin. Oysa bugün yaşadığımız süreçte görüyorsunuz.

Adli kolluğun kurulmaması, bütün soruşturmaları adliyenin, yani savcının değil, tamamen yürütmeye bağlı bir kolluğun yürütüyor olmasının yarattığı sakıncaları hep birlikte görüyoruz. Bazı tarihi isimlerle adlandırılan davalarda masumiyet karinesinin ne ölçüde ihlal edildiğinin, adil yargılanma hakkının nasıl ihlal edildiğinin farkındayız hepimiz.

Zaman zaman emirle tutuklayan, emirle salıveren yargıçlardan bahsediliyor. Bu tür endişeler var toplumda… Eğer siz yargıyla bu derece oynarsanız, bu derece müdahale ederseniz bunun sonu çok iyi olmaz. Son derece kötü bir tablo ülkemizdeki tablo…

Biz, önümüzdeki anayasa referandumu sürecinde bu badirenin atlatılacağına inanıyoruz. Bu nedenle çalışmalarımıza devam ediyoruz.

-İdeal bir HSYK yapılanması nasıl olmalıdır?

-YARSAV’ın tüzüğünde açık ve net olarak değişim isteniyor. Biz Türk yargıçları olarak değişim istiyoruz. Yani, yargı bağımsızlığı önündeki anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasını istiyoruz.

Anayasal engeller asıl olan… Yönetmeliklerle ve günlük pratik çözümlerle çözülebilecek problemler var yargıda… YARSAV 4 yaşında. Ancak bu problemleri çözmek için 8 yıllık siyasal iktidar sürecinde bugüne kadar hiçbir şey yapıldığını görmedik. Yargı alanında hiçbir probleme parmak basıldığını, çözüm yönünde çaba sarf edildiğini görmedik.

Yapılan, ceza yasalarında da, yöntem yasalarında da değişiklikler yapmak oldu. Bir de DGM’lerin kaldırılması oldu. DGM’lerin yerine daha geniş yetkilerle donatılmış, gizli tanık gibi, AİHM’nin asla onaylamadığı gizli tanık gibi bir unsurla da güçlendirilmiş özel yetkili mahkemeler yapıldı. Yargı alanında yapılan bu. Bunun sakıncalarını hep birlikte yaşıyoruz. Ne tür bir hukuk katliamı yaşandığını bu mahkemelerde görüyoruz.
Yapılan bir de şu oldu. Temel ceza ve yöntem yasaları değiştirildi ama bakın şöyle değiştirildi. 1.6.2005’te değiştirildi bunlar ve ceza yasası 8 kez, yöntem yasası 6 kez… Yap boz, yap boz defalarca!

Bakın gene yöntem yasası 231. maddede daha yeni, 23 Temmuz itibariyle yeni bir değişiklik yapıldı. Bu yapılan değişikliklerin hepsi bize, yargıya örtülü aflar olarak döndü. Yani her değişiklikte siz yeniden lehe olan uygulamaya dönmek zorunda kaldığınız için o boşluktan yararlanan sanıklar ya salıverildiler ya cezasızlık gibi bir sonuçla karşılaştılar. Mağdurlar mağduriyetleriyle kaldılar. Ceza davalarının çoğu zaman aşımına uğradı. Topluma böyle bir kötülük oldu.

Bir takım değişikliklerin ön çalışmasını yapmadan, hızlıca, ‘Avrupa Birliği entegrasyonu sürecinde bunları değiştiriyoruz’ diyebilmek için hem Avrupa’ya, hem iç kamuoyuna mesaj vermek için böyle bir yöntem uygularsanız, yargıyla oynarsanız, yapboz haline getirirseniz işte bu tür sonuçlarla karşılaşırsınız. Toplumun adalete karşı güvenini de zedeleyecek bir sonuca getirirsiniz. Çünkü ‘biz yasa yapıyoruz yargı bırakıyor, biz yapıyoruz yargı bize engel oluyor’ diye bunu da bir propaganda aracı haline getirirsiniz ki, bugün karşılaştığımız sonuç budur. Sürekli yargıya saldırmanın zemini yaratıldı ve o zeminden yararlanılarak da ‘kendileştirebilecekleri’ bir yargıyı oluşturabilmek için bir anayasa değişikliğine gidildi. Anayasa değişikliğinde hedef kesinlikle yargıdır. 12 Eylül darbesinin izlerini silmek isteyen bir siyasal iktidarın öncelikle 12 Eylül’ün simgesi olan YÖK’ü kaldırması gerekirdi. Öncelikle yargıç ve savcıların direkt adalet bakanına idari olarak bağlayan darbe anayasasının simgesi 140/6’yı kaldırmaları gerekirdi. Buna hiç dokunmadan siz o antidemokratik yapı üzerine yeni bir yapı, kaçak bir kat oluşturmaya çalışıyorsunuz ve halktan buna ruhsat vermesini bekliyorsunuz. Ben Türkiye halkının buna ruhsat vermeyeceğini düşünüyorum.

-Daha önceki bir siyasi iktidar döneminde yargıçların vicdanla cüzdan arasında sıkıştığı söylemi vardı. Bu, yargıç ve savcıların özlük haklarına yönelik bir söylemdi. Bugün durum nedir?

-İnanın bu sadece bir teferruattır. Şu anda Türk yargıcının asli sorunu asla cüzdan ya da maddi açıdan çektiği sıkıntılar asla değildir. Şu anda Türk yargısı bir varlık sorunu yaşıyor. Yani varlığını sorgular hale geldi. Özellikle bir kadın yargıç olarak benim varlık nedenim cumhuriyetin kurucu felsefesi üzerine bir takım olumsuz değerlendirmeler yapılmasını kaygıyla karşılıyorum. Çünkü bir kadın yargıcın varlık nedenidir cumhuriyet ve değerleri…

O nedenle de bunların sorgulanması süreçlerinde kendimizi son derece söz hakkına sahip görüyoruz ve asıl yakındığımız konu budur. Yani vicdan cüzdan ikileminde değiliz. Öyle bir gündemimiz, sorunumuz yok.

Biz yargıya yapılan ağır müdahalelerle ilgili sorunlar yaşıyoruz ve bunun son 8 yıllık siyasal iktidar sürecinde kadrolaşmayla son derece güçlü ve ağır baskı yaratır duruma geldiğini düşünüyoruz. Onun dışında cüzdanla ilgili de bir problemimiz yok. Vicdan ve kara kitaptan başka bağlı olduğumuz hiçbir kavram yok. Bu vatan dışında borçlu olduğumuz hiçbir mekanizma da yok. Onun için cüzdan, ne aklımızdan geçen, ne de gündemimizde olan bir konu… Türk yargısının gündeminde cüzdan asla yok.

-Yargının üç ayağından birisi olan savunma ayağında da çok büyük sıkıntılar yaşandığını biliyoruz. Size göre savunmanın yaşadığı sorunlar nelerdir?

-Savunmanın yaşadığı sorunlar, yargının yaşadıklarından zaten bağımsız olarak değerlendirilemez. Yargı üzerinde yapılan bu yapboz değişiklikler, temel yasalardaki değişikliklerin çoğu zaten direkt olarak avukat arkadaşlarımızı, yargının savunma ayağını doğrudan ilgilendiriyor ve onların da mesleki alandaki etkinliklerini zora sokuyor. Bir davanın bitirilmesinde makul süre 2 yıl ise yapboz değişikliklerle bu süre 7-8 yıla kadar uzadığını görebiliyorsunuz.

Kaldı ki bu anayasa değişikliğinin yargı reformu adına yapıldığı söyleniyor. Neden anayasanın yargı bölümünde Türkiye Barolar Birliği yok? Neden hala bir idari birimmiş gibi algılanıyor? Bu avukatlara yapılmış en büyük hakaret bence… Avukatlar yargının en önemli unsuru değiller mi ki, idari birimden ibaret görülüyorlar. Anayasada madem bir değişiklik yapıyorsunuz, Türk avukatlarının, Türk yargısının, anayasanın yargı bölümünde şerefle temsil edilmeleri gerektiğini düşünüyoruz biz… Her platformda bunu dile getiriyoruz. Avukatlar, Barolar Birliği yargı alanında temsil edildiği için Anayasa’nın yargı bölümünde yerleri çok net olarak ayrılmalıdır. Ama buna hiç temas edilmedi. Yargı bağımsızlığına yapılan her müdahale doğrudan avukatları etkiliyor.

-Türkiye’de bağımsız ve modern bir yargı sistemini nasıl kurabiliriz?

-Şöyle kurabiliriz. Çok teknik, çok net olarak söylemem gerekirse, Anayasa’nın yargı bölümünün değiştirilmesi gerekir. Eğer biz bu badireyi atlatırsak, demokratik sivil toplum örgütleri, muhalefet ve bu konuda birikimi olanlarla oturacağız… Bu konuda öncü bir rol oynamak istiyoruz. Anayasanın yargı bölümüne ilişkin iddialıyız. Birikmiş hazırlıklarımız var buna ilişkin. HSYK’nın yapısı kesinlikle değiştirilmeli. HSYK’nın verdiği tüm kararlar, AİHM kararlarında açık ve net olarak dile getirildiği gibi, nasıl kamu görevlileri hakkındaki disiplin kararlarına yargı denetimi yolu açılmıştır, yargıçlara ilişkin HSYK tarafından verilen tüm kararlara karşı yargı denetimi yolu açılmalıdır. Örneğin bu çok önemli... Bakıyoruz bugünkü anayasa değişikliğine sadece ihraçla ilgili yargı denetimi açılıyor.

HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarı kesinlikle olmamalıdır. Tüm istişari raporlar buna işaret eder. Der ki; yargıyı siyasallaştıran en önemli unsur adalet bakanının orada olmasıdır. Adalet bakanı ve müsteşarının orada işi yok. Bu değişmez bir ikili değil. Sürekli olarak kurulu kilitleyen iki unsurdur bu. Kesinlikle çıkmaları gerekir. Kürsü yargıç ve savcılarının HSYK’da kesinlikle temsili gerekmektedir. Ancak tam güvenceli, nasıl yüksek yargıçlar tam güvenceliyse, adalet bakanına bağlı değillerse, zira 140/6 onlar için söz konusu değil… Sadece yargıç ve savcılar için adalet bakanlığına idari bağlılık söz konusu. Ama yüksek yargıçlar için değil. Onlar tam güvenceli. O yüzden HSYK’da bağımsız hareket edebiliyorlar. Ama siz kürsü yargıçlarını getirip oturttuğunuzda onlara özel güvence sağlamış olacaksınız. Adalet bakanının iki dudağı arasında kalıyorsa bu arkadaşlarımızın geleceği, kariyeri, orada bağımsız hareket etmelerine imkan yok. O yüzden özel güvenceli temsil istiyoruz. Kurulun bir bütçesi olmalı, sekreteryası olmalı, kararları şeffaf olmalı, kurul da yargıda görev yapan unsurlar tarafından oluşturulmalı.
Yürütme kesinlikle yargıya müdahale edememeli, yürütme tamamen elini çekmeli, yargı yargıya bırakılmalıdır.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin yapılandırılmasına gelince… Darbe anayasasını nasıl işlerine geldiğinde eleştiriyorlar… Darbe anayasası tamamen yürütme merkezli bir anayasadır. Yürütmenin başı cumhurbaşkanıdır, siz bütün seçimleri ona bırakıyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz, Anayasa Mahkemesi’nin yapılanmasında 17 üyeden 14’ünün tamamını yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı seçiyor. Verdiği hiçbir kararla ilgili olarak sorumluluğu yok. Sorumsuz bir cumhurbaşkanı, fakat her şeyi yapabilen bir cumhurbaşkanıyla karşı karşıyayız. Üstelik tarafsız olması gereken ancak tarafsız olmayan bir cumhurbaşkanıyla karşı karşıyayız. Yani yargı üzerine böyle bir değerlendirme yapılamaz. Anayasa Mahkemesi’nde kalan üç üyeyi ise yürütme seçiyor. Aslında parlamento seçiyor gibi görünüyor ama salt çoğunlukla seçtiği için o gün çoğunlukta olan iktidar kimse o seçiyor.

Bakın… Biz Türk yargıçları olarak yargının çağdaş, dinamik, hızlı refleks geliştiren bir yargı olmasını istiyoruz. Halkın adalete erişimi sürat kazansın istiyoruz. Halk mahkeme kapılarında beklemesin istiyoruz. Yani yargı bizim için bir güvence değil ki, halk için bir güvence… Halk bugün yargıdan o kadar şikayetçi ki, o yüzden biz bazı sorunlarımızı onlara aktarmakta güçlük çekiyoruz.

Bütçede yargıya ayrılan payın farkındadır herkes. Binde 6 kadar bir pay vardır yargıya ayrılan… Siz bu kadar güçsüz bırakacaksınız yargıyı, doğal olarak da halkla karşı karşıya gelmesini sağlayacaksınız, o zaman bir şeyi kendi istediğiniz şekle dönüştürmenin zeminini hazırladıktan sonra da dönüştürmeniz mümkün hale gelecek.
Bugün yaşadığımız budur. Ancak biz hiçbir şey beklemeden, tek ayrıcalığı adalet dağıtmak olan insanlarız.

Ben birinci sınıf kürsü yargıcıyım, yüksek yargıç değilim. HSYK üyesi olmam, maaşımın artması mümkün görünüyor. Benim lehime gibi görünüyor. Fakat ben kimsenin yargıcı olmak istemiyorum. Bütün sorunumuz bu bizim. Ne bugünkü siyasal iktidarın yargıcı olmaya niyetimiz var, ne bundan sonra gelme ihtimali olan herhangi bir partinin… Yargıyı yargıya bıraksınlar, herhangi bir partiye bağlamaktan vazgeçsinler. Çünkü halkın son umut kapısı yargıdır. Gidebileceği son yerdir.

Bugün yargıyı yok etmeye çalışanların da o yargıya ihtiyaçları olacağını değerlendirmeleri ve düşünmeleri gerekiyor. Adalet herkes için gerekli. Bugün siyasal iktidarda olanlar için de gerekebilir. Her ne kadar onlar kendilerini bu anayasa değişikliğiyle tam koruma altına almaya, yargıyı kendi yargıları haline getirerek kendilerini yargılanamaz hale getirmeye çalışmaktaysalar da, bir gün herkes için gerekli olabilir.
Bakın, darbe anayasasının geçici 15. maddesinin bir benzeri bugün, siyasal iktidarın kendini koruma altına alması, yargının yapılanmasında karşımıza çıkıyor. Bu yapılanma kendileri için yeni bir geçici 15. maddedir. Buna da dikkat çekmek isterim. Nasıl ki darbecileri geçici 15. madde koruma altına alıyordu, bugün de bir nevi sivil darbe olan bu değişikliği yapan insanları, yargıdaki yapılanma koruma altına alıyor. Son derece sakınca ve büyük tehlike içeriyor.

 

Bu Haberi

 
 

BURSA BAROSU BAŞKANLIĞI - İLETİŞİM BİLGİLERİ - 444 50 99
Adres: Kıbrıs Şehitleri Caddesi Adalet Sarayı G-Blok Kat:1 Osmangazi / BURSA
Telefon (0224) 251 66 06
Faks (0224) 251 62 49
E-Posta baro@bursabarosu.org.tr
CMK Servisi - Telefon (0 224) 272 50 44 – 272 50 67
Adli Yardım Servisi - Telefon (0 224) 223 28 23